Bir hayli hayati ve karışık bir konu ile karşı karşıyayız. Bakalım yazı bizi nereye götürecek. Ya hak deyip başlayalım.
Hayatımız günlük, aylık, yıllık ve ömürlük planlara göre yaşıyoruz desem abartmış olur muyum? Öğrenci iken şu sınavları bi versek dünyanın en mutlu insanı olacağımı düşünürdüm. Hepsini geçsekte yine hayat sıradan hale döndü hemen. Sonra üniversitesiyi bi bitirsek herşey güzel olacak diye umduk bitirdik ama olmadı. Bir sıkıntı karşısında "bu sıkıntı bir bitse" dedik bitti başkası başladı, sorunlar, hedefler hep bitti yerine yenileri koyuldu. Bu esnada da yaşamımızı hep bu planları yerine getirmeye ipotekledik.
Yıllardır çalışıyorum ve son üç dört yıldır tatil yapıyorum. Tatil zamanına iki üç ay kala bir çok zaman tatili düşünüyorum. Zaman hemen geçsin tatil gelsin istiyorum. Tatil geliyor ve geçiyor sonra başladığımız noktaya dönüyoruz.
Pazartesi sendromu ile haftaya başlıyoruz. Bir arkadaşım "Pazartesi Pazartesi sendrom" demişti Pazartesi için. Nasıl artık rahatsız olduysa. Cumanın ipini çekiyoruz, o anları cumaya ipotekliyoruz sonra Cuma geliyor ve bitiyor. Bitmese sorun yok zaten😋. Bitince bizde bitiyoruz zira Cumartesi derken Pazartesi'ye yaklaştık bile.
Geçenlerde düşündüm yıllık (yılda bir-iki kere yaptığımız) tatiller beni heyecanlandırır olmuş. Birde olursa uçakla bir yerlere gitmek. Gerisi hikaye. Ama hikaye de desek iş öyle değil. O gün spora gidecek isem akşama alacağım zevki düşünerek vakit geçiriyorum. Diyeceğim o ki bu yaşamın çoğu, çok az yaşanacak kısımları bekleyerek, umut edilerek harcanıyor sanki. O kısa anlarda kısa sürüp geçiyor.
Zen ustaları anın eksiksiz olduğunu belirtir. Bu can sıkıntısının olmadığı bir hal demek. Bize çok yabancı değil mi?
Birisi ustaya sormuş "aydınlanınca nasıl birşey oluruz" demiş, usta "dağdaki öküz gibi olursun" demiş. Yani bir telaşası olmayan boş kaldığında geviş getiren, anı yaşayan biri. Bu şuna benzemiyor mu? Mesela dansta bir çok hareket öğreniyorsun, ama bilenler çok hareket bilen değil en basitlerini bile en ustaca yapanlar!
Günümüz insanı öyle bir koşullanıyor ki boş zamanda feleğini şaşırıyor. Sürekli bir şey öğreneyim, geleceğe ait birşey yapayım, para kazandıracak şeyler olsun, arabam yoksa evim olsun ne varsa o olsun, bende de olsun ve hatta hepsi bende olsun.(yine geldik kazanç konusuna, ilgili yazıya atlamak için ne yapacağını biliyorsun☺️)
Koşullanma demişken bir liste yapalım nelere koşullanıyoruz:
Hayatımız günlük, aylık, yıllık ve ömürlük planlara göre yaşıyoruz desem abartmış olur muyum? Öğrenci iken şu sınavları bi versek dünyanın en mutlu insanı olacağımı düşünürdüm. Hepsini geçsekte yine hayat sıradan hale döndü hemen. Sonra üniversitesiyi bi bitirsek herşey güzel olacak diye umduk bitirdik ama olmadı. Bir sıkıntı karşısında "bu sıkıntı bir bitse" dedik bitti başkası başladı, sorunlar, hedefler hep bitti yerine yenileri koyuldu. Bu esnada da yaşamımızı hep bu planları yerine getirmeye ipotekledik.
Yıllardır çalışıyorum ve son üç dört yıldır tatil yapıyorum. Tatil zamanına iki üç ay kala bir çok zaman tatili düşünüyorum. Zaman hemen geçsin tatil gelsin istiyorum. Tatil geliyor ve geçiyor sonra başladığımız noktaya dönüyoruz.
Pazartesi sendromu ile haftaya başlıyoruz. Bir arkadaşım "Pazartesi Pazartesi sendrom" demişti Pazartesi için. Nasıl artık rahatsız olduysa. Cumanın ipini çekiyoruz, o anları cumaya ipotekliyoruz sonra Cuma geliyor ve bitiyor. Bitmese sorun yok zaten😋. Bitince bizde bitiyoruz zira Cumartesi derken Pazartesi'ye yaklaştık bile.
Geçenlerde düşündüm yıllık (yılda bir-iki kere yaptığımız) tatiller beni heyecanlandırır olmuş. Birde olursa uçakla bir yerlere gitmek. Gerisi hikaye. Ama hikaye de desek iş öyle değil. O gün spora gidecek isem akşama alacağım zevki düşünerek vakit geçiriyorum. Diyeceğim o ki bu yaşamın çoğu, çok az yaşanacak kısımları bekleyerek, umut edilerek harcanıyor sanki. O kısa anlarda kısa sürüp geçiyor.
Zen ustaları anın eksiksiz olduğunu belirtir. Bu can sıkıntısının olmadığı bir hal demek. Bize çok yabancı değil mi?
Birisi ustaya sormuş "aydınlanınca nasıl birşey oluruz" demiş, usta "dağdaki öküz gibi olursun" demiş. Yani bir telaşası olmayan boş kaldığında geviş getiren, anı yaşayan biri. Bu şuna benzemiyor mu? Mesela dansta bir çok hareket öğreniyorsun, ama bilenler çok hareket bilen değil en basitlerini bile en ustaca yapanlar!
Günümüz insanı öyle bir koşullanıyor ki boş zamanda feleğini şaşırıyor. Sürekli bir şey öğreneyim, geleceğe ait birşey yapayım, para kazandıracak şeyler olsun, arabam yoksa evim olsun ne varsa o olsun, bende de olsun ve hatta hepsi bende olsun.(yine geldik kazanç konusuna, ilgili yazıya atlamak için ne yapacağını biliyorsun☺️)
Koşullanma demişken bir liste yapalım nelere koşullanıyoruz:
- Acı çekmemeli, hep zevk almalı
- İşleri en hızlı ve kolay yoldan yapmalı
- Çok para kazanmalı, rahat etmeli
- En ucuzunu ve en kalitelisini almalı
- Ağzının payını vermeli, yerin dibine sokmalı
- Başarılı olmalı, mühendis doktor olmalı,
- Beni ne mühendisler ne doktorlar istemeli
- Güçlü gõzükmeli
....
Hiç düşünmeksizin bunları yazdım biraz düşünsem daha ne çıkardı kimbilir.
Kafada bu kadar şey dönerken insanın bomboş oturup varolmanın dayanılmaz hafifliği yaşaması zor olsa gerek. Bu koşullanmalar kafadaki virusler sanki.
Bir hedef koyuyorsun bu koşullanmalara ( ve birde içimizde ki boşluk nedeniyle olsa gerek) bağlı olarak. O hedefi başarırsan ya aynısının bir benzeri yada bir üst hedef daha koyarsın. Bir düşünce başka bir düşünceyi doğuruyor. Ve bunu sürekli yapma eğilimindeyiz. Kafaya bir düşünce ekip onun yeşermesini sağlıyoruz. Ben buna minik doğumlar diyorum. Düşünceyi ekip suluyoruz (tekrar düşünme eylemiyle) oda meyve veriyor. Meyve veren ağaç taşlanır mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder